1923’teki Bir Türk Kadınını 2023’e Işınlayabilseydik Günümüz Türkiye’sinde En Çok Nelere Şaşırırdı?
15 mins read

1923’teki Bir Türk Kadınını 2023’e Işınlayabilseydik Günümüz Türkiye’sinde En Çok Nelere Şaşırırdı?

2024’e kalan son saatlerde ülkemizde 100 yılda değişen şeylere beraber bakmak adına farklı dönemlere ait iki Türk kadınını biraz gerçeküstü bir senaryo çizerek karşılaştırdık. 1923’ten bugüne kadar değişen şeyleri 1923’ten gelen bir kadının gözünden yeniden görmek ister misiniz?

Cumhuriyet’in yalnızca ilk günlerini yaşayan Afife, günümüz Türkiye’sinin İstanbul’una ışınladığında bakın neler oluyor…

1920’lerdeki İstiklâl Caddesi’nden eser yok.

Tarih boyunca İstanbul’un kalbi olan İstiklâl Caddesi, hem siyasi hem de kültürel olayların merkezi oldu. Yıllar geçse de değişmeyen tek şey buranın enerjisi gibi görünüyor. 1920’lerde trafiğe açık olan, sadece yayalara ait olmayan bu cadde, günümüzde İstanbul’un en kalabalık bölgesini oluşturuyor. Hem tarih kokan hem de değişimi böylesine hissettiren bu alanın karşılaşma için harika bir yer olduğunu düşündük. 

Yalnızca insanlarla dolu olan caddenin görüntüsüyle karşılaşan Afife, birden etrafını büyük bir şaşkınlıkla süzüyor. Etrafta çeşit çeşit insanlar, mağazalar, akılalmaz bir kalabalık… Afallayarak etraftaki insanların görüntülerini hafızasına kaydediyor, burası ya İstanbul değil ya da insanlar çok değişmiş!

O kadar kalabalık arasında onu fark eden bir çift göze rastlayan Afife, 2023’e ait olmadığını etrafa attığı ürkek bakışlar ve ‘garip’ giyim tarzıyla belli etmiş gibi. 

Günümüz Türkiye’sinde yaşayan Sinem’i bu garip görüntüsüyle dikkat çeken kadının yanına yaklaştırarak bir sohbete daldıralım.

Sinem, Afife’nin bu görüntüsünün sebebini içten içe merak ederken kendisiyle ilk defa karşılaşmış olmalarına rağmen içten bir sohbet gerçekleştiriyor. Afife’nin etrafa attığı şaşkın bakışlar, Sinem’in dikkatini çekmiş olmalı ki bu zarif hanımefendinin nereden geldiğini merak etmeden duramıyor. 

Farklı dönemlere ait iki Türk kadını, tanışmalarının ardından derin bir sohbete giriyorlar.

Bu iki kadının tek farkı, farklı dönemlere ait olmaları. İstiklal’de kendini kaybetmiş Afife’ye rehberlik eden Sinem, cebinden telefonunu çıkarırken Afife’nin garip sorusuyla karşılaşıyor:

“Bu tuhaf kutucuk ne işe yarıyor? Onu neden sürekli elinde tutuyorsun? Burada herkesin elinde bundan gördüm!”

Sinem ise gülerek cevap veriyor: “Bu bir telefon. İnsanlarla iletişim kurmak, bilgi edinmek ve hatta fotoğraf çekmek için bile kullanıyoruz.”

Afife gözlerini açarak: “Yani bu küçücük şeyle hem konuşabiliyorsun hem de fotoğraf mı çekiyorsun? Bizim zamanımızda bu kadar küçük ve pratik bir şey değildi fotoğraf makinesi. Hem de biriyle irtibat kurmak böyle bir cihazla akıl kârı değil!”

İstiklal’de yürürken etrafa merakla bakan Afife, sorular sormaya devam eder. Onun bildiği İstanbul, bu İstanbul değil.

– “Benim dönemimde İstiklâl Caddesi böyle renkli ve kalabalık değildi. Arabalar vardı, şimdi insan dışında hiçbir şey göremiyorum. Bu kadar çok insan, mağazalar ve ışıklar… Ne değişti bu kadar?

Sinem anlatmaya başlar: “Evet, zamanla çok şey değişti. Şehirler modernleşti, teknoloji çok ilerledi. İnsanlar artık giyinmekte özgür, yeni yeni tarzlar oluştu. Bak, şu mağazaların her birinde herkesin zevkine göre giysiler bulmak mümkün. Şimdi herkes dilediği gibi giyinebiliyor. Moda, aynı zamanda kendini ifade etme biçimimiz hâline geldi.”

Afife: “Benim dönemimde kıyafetler üzerimde de göreceğin gibi daha zarif ve tek düzeydi. Şimdi ise renkli ve çeşitli tasarımlarla dolu mağazalar görmek beni hayrete düşürdü. Bu giydiğin pantolonu bizim dönemimizde yalnızca erkekler giyer. Moda dünyası gerçekten bu kadar zamanda nasıl bir evrim geçirmiş! Bunun dışında değişen şeylere bakıyorum da benim gördüğüm doğru mu yoksa orada çalışan, bir kadın mı?”

Sinem gülerek:Evet, o bir kadın. Bizlerin toplum içindeki rolü de evrim geçirdi. Kadınlar artık her alanda varlar: iş dünyası, sanat, bilim… Artık kadınlar da erkeklerle eşit haklara sahipler ve istedikleri alanda çalışma fırsatları var.”

Afife:Bu ne kadar inanılmaz bir şey! Her şey ne kadar da değişmiş. Kendi dönemimde çalışmak için can atsam da sadece ev işi yapabiliyordum. Eğitimimiz bile sınırlıydı. Bizler daha çok ev içinde görev alırdık. Çalışmayı hayal dahi edemezdik. Şimdi böyle güçlü ve üreten kadınlar görmek beni çok etkiledi.”

1920’lerde kadınların siyasete değil katılması, bundan bahsetmeleri bile söz konusu değildi.

Sinem: Artık kadınlar diledikleri eğitimi alıp istedikleri hayatı kendileri seçebiliyorlar. Hem iş dünyasında hem de birçok farklı sektörde etkin roller üstleniyoruz. Ülkemiz, kuruluş yıllarından itibaren kadın-erkek eşitliği konusunda birçok Batı ülkesinden daha önce ve daha ileri düzenlemeler ve uygulamalar gerçekleştirdi. Bizlere seçme ve seçilme hakkının tanınması, bu çabaların en bilinen örneklerinden. 1930’da belediyelere, 1933’te muhtarlıklara ve 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde ettik. Bu hak, uluslararası sözleşmelerin dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde, Atatürk devrimleri sayesinde birçok Avrupa ülkesinden önce kazandık.”

Afife merakla sorar: “Keşke ben de bu döneme denk gelebilseydim. Bu değişim ne zaman başladı?”

Sinem: “Bu değişim, kadın hakları için yapılan mücadeleler ve toplumsal farkındalık artışıyla başladı. Ancak bu süreç zaman aldı ve günümüzde de hâlâ zorlukları devam ediyor. Eğitimden yönetime, aileden siyasete kadar devletin temelini oluşturan laiklik, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin, kadın-erkek eşitliğinin göz ardı edilmesinden artık endişe duyuyoruz. Kadına yönelik şiddet maalesef gittikçe artsa da elde ettiğimiz kazanımlara sahip çıkmaya kararlıyız. Kadınların eşitlik ve demokrasi mücadelesi, kadına yönelik şiddet durdurulana kadar devam edecek.”

Afife: “Bu ayrımcılık ve nefret söylemi hiçbir zaman yok olmayacak gibi. Gelecek nesiller için bu özgürlük ve haklar çok değerli. Umarım bu dönüşüm hep devam eder. Bizim dönemimizde yeni yeni kadın hareketliliği oluşmuştu. Onların arasında ben de vardım. Şimdi bizim başlattığımız mücadelenin filizlendiğini görmek bende çok derin bir etki bıraktı.”

Yürümeye devam ederlerken sohbet iyice koyulaşır. Bir okuldan çıkan kız çocuklarına dikkat kesilen Afife, sorular yöneltmeye devam eder.

Afife, alışık olmadığı bu duruma şaşkınlık ve mutluluk arasında bir tepki verir. 1914’te kızlar için İnas Darülfünun açılmış olsa da eğitim o kadar sınırlıydı ki çoğu kadın hayalindeki mesleği eline alamıyordu. Bu durumun karşısında gözleri dolarak sorar:

– “Kızlar artık eğitimde her anlamda özgür değil mi? Ben doktor olmayı çok istiyordum. Fakat dönemin şartları buna elvermedi. Şimdi eğitim gören kız çocuklarını gördükçe içimi müthiş bir huzur kapladı! Kadın haklarındaki bu değişim sürecinde değişen neler oldu?”

Sinem: “Birçok açıdan önemli gelişmeler yaşandı. İş hayatında olduğu gibi eğitimde de artık varız. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği dediğim gibi hâlâ var. Kadınlar, bazen benzer yetenek ve becerilere sahip olmalarına rağmen hâlâ aynı pozisyonlarda erkeklerle karşılaştırılabiliyor. Fakat eğitim alanında yapılan atılımlar, geleceğin üretici kadınlarının ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. Yalnızca öğretmenlik değil, dileyen dilediği mesleğin eğitimini görebiliyor. Mühendislik bile!”

Afife: “Bunları duyduğuma o kadar sevindim ki! Bizlerin mücadelesinin yıllar sonra bile olsa boşa gitmediğini görmek gurur verici. Ne kadar çok şey değişmiş. Peki etrafta birçok yabancı uyruklu insan görüyorum. Bu değişimin sebebi ne?”

Sinem: “Son yıllarda ülkemiz, çeşitli coğrafyalardan gelen göçmenlere ev sahipliği yapmış durumda. Suriye gibi ülkelerdeki çatışmalar, insanların güvenli bölgelere kaçmasına neden oldu.”

Afife endişeli bir ifadeyle: Bu insanlar neden ülkelerinden ayrılmak zorunda kaldı? Bizim zamanımızda savaşlar vardı ama bu kadar kitlesel göç yoktu. Savaşlar ve zorluklar anlaşılan hâlâ dinmemiş. Bunca insan neden bu kadar çaresiz kalıyor?”

Sinem: “Maalesef ülkelerdeki çatışmalar ve güvensizlik nedeniyle birçok insan, güvenli bir liman arıyor. Türkiye de mültecilere kapılarını açan ülkelerin başında geliyor.”

Afife düşünerek: “Değişen zamanlarda, değişen zorluklar da var demek ki. Az önce saydığın değişimlerin yanında değişmeyen şeylerin en başında da savaş geliyor sanırım. Umarım bu insanların ülkesinde sorun düzelir ve memleketlerine geri dönebilirler.”

Afife, bir binanın duvarında gördüğü Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafını görerek tanıdık bir yüz görmenin heyecanına kapılır.

–  “Peki, Atatürk’e ne oldu? Onun devrimleri ve düşünceleri bugün de yaşıyor mu?

Bu soru, Sinem’in hiç beklemediği yerden geldi. Biraz buruk bir ses tonuyla: “Atatürk, 1938’de hayatını kaybetti, ancak bıraktığı miras hâlâ canlı. Türkiye, onun liderliğindeki modernleşme ve laikleşme politikalarının etkisi altında. Cumhuriyet değerlerinin hâlâ toplumumuzun temelini oluşturması için mücadele ediyoruz.”

Afife’nin yüzü düştü, ne diyeceğini bilemedi.

Afife “Bunu duymak yüreğimi derin bir kederle doldurdu. O, bizim için yalnızca bir lider değil; aynı zamanda büyük bir önder, bir baba. O’nun sizler için bugün bile bu kadar derin bir anlama sahip olması beni çok mutlu etti. Henüz yeni kurmuş olduğu Cumhuriyet’ten kopup buraya gelirken onu kaybedebileceğimizi hiç düşünmemişti. Sormadan edemeyeceğim, Atatürk’ün kadın hakları konusundaki devrimleri hâlâ devam ediyor mu?”

Bunları konuşurken bir yerde oturup soluklanarak sokakları, caddeleri de gözlemlemeye başladılar.

Sinem: “Evet, kadın hakları konusundaki devrimler devam ediyor. Atatürk’ün bizlere verdiği değeri sizler kadar çok hissedemesek de bugün Türkiye’de bununla ilgili çok mücadele var. 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilen Medenî Kanun sayesinde bizler ülkemizde resmi olarak eşit haklara kavuştuk. Medenî Kanun’un getirdiği tek eşlilik, resmi nikah, evlenme yaşı ve mirasta kız ve erkek çocuklara eşit pay gibi kurallar, kadın hakları açısından günümüzde hala büyük önem taşıyor.”

Afife: “Atatürk’ün liderliği altında biz de kadın haklarında birçok ileri adım atmıştık. Ama benim zamanımda bunlar çok yeni başlamıştı. Atatürk’ün mirası yaşamaya devam ediyor demek. Umarım ülkemizdeki gelişmeler hep daha iyiye gider.​”

Sinem: “Biz de Atatürk’ün mirasına bağlı kalarak, daha güçlü, daha özgür bir Türkiye için çalışmaya devam edeceğiz.”

Etrafı gözlemlerken hâlâ Osmanlı Türkçesinin konuşulduğunu düşünüyordu. Ta ki Türkçe tabelaları görene kadar.

Afife: “Şaşkınlığım bitmiyor! Bu yazı da neyin nesi, okuyamıyorum. Osmanlı Türkçesini kullanmıyor musunuz?”

Sinem: “Aslında hâlâ Türkçe konuşuyoruz. Ancak dilimizde bir değişiklik oldu. 1928’de Atatürk’ün liderliğinde, Türk alfabesi Latin harfleriyle yazılmak üzere değiştirildi.”

Afife şaşırarak: “Latin harfleri mi? Yani Arap harfleri değil mi artık?”

Sinem: “Evet, önceki yazı sistemimiz Arap alfabesine dayanıyordu ancak 1928’de yapılan bir reformla Latin alfabesine geçtik. Bu bizlere, okuma ve yazma konusunda büyük bir kolaylık sağladı. Atatürk, bu değişikliği dilin modernleştirilmesi ve öğrenilmesinin kolaylaştırılması amacıyla başlattı. Ayrıca uluslararası iletişimde daha etkin olabilmek için Latin alfabesine geçilmesi stratejik bir hamleydi.”

Türkiye’nin nasıl bu noktaya evrildiğini düşünürken 1923’ten yalnızca birkaç yıl sonra bu devrimlerin yapılacak olması Afife’yi heyecanlandırdı.

Cümlelerini “Beni bu kadar farklı ve ilginç bilgilerle aydınlattığın, ülkemizin 100 yıl sonra nasıl bir hâl aldığını görmemde yardımcı olduğun için müteşekkirim. Geleceği öğrenmek benim için hem duygusal hem de ümit verici oldu. Artık yarınlara daha umutlu bakabileceğim. Belki bir gün tekrar karşılaşırız.” diyerek 2023 Türkiye’sine veda eden Afife, Atatürk’ün bıraktığı mirasın bugün de hâlâ yaşatılmaya çalışıldığını görmüş oldu.

En azından kadınlar için büyük bir değişimin simgesi olan bu 100 yıl, nice 100 yıllar doğursun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir