“`html
Bugün, 4 Ekim 1853’te, Rus ordularının Eflak ve Boğdan’ı işgal etmesi sonucu Osmanlı İmparatorluğu, Rusya’ya savaş ilan etti.
Beş ay sonra, Rus donanmasının Osmanlı filosunu Sinop’ta imha etmesinin ardından, İngiltere ve Fransa, Osmanlı’yı desteklemek amacıyla Kırım Savaşı’na katıldılar.
Kırım Savaşı, Avrupa’nın büyük güçlerinin dahil olduğu, tarihin ilk modern savaşlarından biri olarak kaydedilmiştir.
Bu savaş, askeri teknolojiler ve diplomasi açısından önemli bir dönüm noktasıdır.
Savaşın sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa’nın zaferi, Rusya’nın ise yenilgisi ile tamamlandı.
Savaş, 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile sona ermiş, sadece askeri bir çatışma olmaktan çok daha fazlasını ifade etmiştir.
Bu savaş, 19. yüzyılın güç dengelerini değiştiren ve jeopolitik açıdan önemli bir evrim yaratandır.
‘Asıl mesele Kırım değil’
Kırım Savaşı’nın başlangıcında, “hasta adam” yakıştırmasıyla bilinen Çar I. Nikolai, Fransa’nın başındaki stratejik zafer arayışındaki İmparator III. Napoleon ve Kraliçe Victoria gibi uzun süre tahtta kalacak bir liderlik seyrediyordu.
Osmanlı İmparatorluğu, hem iç hem de dış politikada güç kaybetmekteydi.
Rusya’nın Ortodoksları, Fransa’nın Katolik Hristiyanları koruma iddiası öne çıkarken, protestan İngiltere ise mezhep kargaşasında taraf olmamakla birlikte, Rusya’nın genişlemesine ve güçlenmesine karşıydı.
Rusya, 1783’te Kırım’ı ilhak ederek Kırım Tatarlarını göçe zorlamıştı.
İşte Kırım Savaşı, bu gergin koşullar altında meydana geldi.
King’s College Londra’da deniz tarihi dersleri veren profesör Andrew Lambert, Kırım Yarımadası’nın, güçler arasında geçerli olan bu savaşta çok küçük bir rol oynadığını belirtiyor:
“Adı Kırım Savaşı, ancak asıl mesele Kırım değil. İngilizler için ekonomik açıdan cazip bir nokta değil. Bu savaş, Rusya’nın deniz gücünü yok etme çabasıyla ilgilidir.”
Kırım Savaşı üzerine doktora tezi yazmış tarihçi Doç. Dr. Candan Badem, savaşın geniş coğrafyalarda, Baltık Denizi’nden Karadeniz’e kadar uzanan cephelerde gerçekleştiğini hatırlatıyor.
‘Ruslar Sivastopol’de büyük bir deniz üssü kurdu’
Kırım Tatarları ile ilgili araştırmalarıyla tanınan profesör Dr. Hakan Kırımlı, Rusya’nın henüz yarımadayı resmen ilhak etmeden, Akyar (Sivastopol) kasabasında o dönemdeki en büyük deniz üslerinden birini kurduğunu ifade ediyor.
“Buraya antik Yunanca’dan Sevastopolis adını verdiler. Rusçaya çevrildiğinde ise Sevastopol oluyor; çevirisi de ‘Şehirler Şehri’ olarak düşünülebilir.”
Aynı sene burada Karadeniz Rus filosu inşa edilmeye başlandı.
Prof. Kırımlı, bunun temel sebebinin Rusya’nın İstanbul’a göz dikmesi olduğunu söylüyor:
“Rusya bunu gizlemedi. Buraları, Kırım’a ve İstanbul’a hâkim olmak için bir basamak olarak gördüler. Böyle olunca Karadeniz onların kontrolünde olacaktı.”
‘Baltık Denizi’nde buzul erimesini beklediler’
19. yüzyılın ortalarında, özellikle Filistin bölgesinde, Ortodokslar ve Katolikler arasında kutsal mekânlar üzerindeki haklar konusunda tartışmalar yaşanıyordu.
Osmanlı, Kudüs’te Hristiyanlara ait kutsal mekânların kontrolünü sağlama adına Ortodoksları değil, Katolikleri desteklemesi, Rusya’nın tepkisini çekti.
Bu ortamda Rusya, Osmanlı topraklarındaki Ortodoksları koruma talebinde bulundu, Osmanlı ise buna karşı çıktı.
Tarihçi Doç. Dr. Candan Badem, “Bir devletin kendi vatandaşlarının bir kısmı üzerinde başka bir devletin koruyuculuğunu kabul etmesi elbette mümkün değil” diyor.
Ruslar, Osmanlı’ya baskı yapmak amacıyla Temmuz 1853’te kabul edilen sınır olan Prut Nehri’ni aşarak Bükreş’e kadar ilerledi.
Peki, Osmanlı İmparatorluğu 4 Ekim 1853’te Rusya’ya savaş açarken, İngiltere ve Fransa neden Mart 1854’e kadar bekledi?
Kırım Savaşı: Rusya’ya Karşı Büyük Britanya Stratejisi adlı kitabın yazarlarından Andrew Lambert, bu sorunun cevabını şöyle veriyor:
“Çünkü Baltık Denizi’nde buzlar eridiğinde, İngiltere’nin ana filosuyla Rusya’nın limanlarına saldırı düzenleyebileceksiniz.”
‘Asıl mesele jeopolitik güç savaşıydı’
Rusya, Çar I. Nikolay yönetiminde yayılmacı bir politika izliyor, Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia etmekteydi. Eflak ve Boğdan prensliklerinin işgali de bu amacın bir parçasıydı.
İngiltere ise Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu sınırlamak istiyor, bu nedenle en büyük rakibi Fransa ile birlikte Osmanlı lehinde savaşa girdi.
Lambert, sorunun asıl temelinin mezhep çatışmasından çok, Batı ve Rusya arasındaki jeopolitik güç mücadelesi olduğunu belirtiyor:
“Rusya’nın Karadeniz’de Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskısı, İngiltere’nin çıkarlarıyla çelişiyordu.”
“İngilizler, Osmanlı ile iyi ticari ilişkiler sürdürmek istiyor ve Rusya’nın Akdeniz’de güçlenmesini istemiyorlardı.”
Lambert, savaş sonrasının 19. yüzyıldaki bu devletlerin yapısını hâlâ etkilediğini düşünüyor:
“Rusya hala saldırgan, Fransızlar uluslararası arenada puan toplamaya çalışıyor ve İngilizler ise sükuneti sağlayıp ticarete odaklanmaktalar.”
Doç. Dr. Candan Badem, “Rusya’nın Batı’ya açılan iki kapısı var; biri Baltık Denizi, diğeri Karadeniz. Rusların Karadeniz’de güçlü bir donanma bulundurmak istemesi kaçınılmaz.” diyor ve Kırım’daki Rus donanmasının müttefiklerin ana hedefi hâline geldiğini vurguluyor.
Badem, Osmanlı’nın Kırım’ı “çoktan kaybedilmiş bir toprak parçası” olarak gördüğünü ve arşiv belgelerinde Kırım’ı geri alma niyetiyle ilgili herhangi bir belgenin bulunmadığını söyler.
‘Çar Nikolay uluslararası durumu yanlış değerlendirdi’
Doç. Dr. Candan Badem’e göre, Rusya Çarı I. Nikolay, süreçte “uluslararası durumu yanlış değerlendirdi”:
“1848’de Avrupa’da başlayan devrimleri bastırmış olan Nikolay, dönemin en güçlü kara ordusuna sahipti ve ‘anarşi ve devrimden’ koruduğu Avusturya’nın kendisine destek vereceğini düşünüyordu.”
“Aynı şekilde, kendisiyle benzer muhafazakar bir çizgide olan İngiltere Kraliçesi Victoria ve lordlarının onu anlayacaklarına inanıyordu.”
“Fakat Nikolay, devletlerin dış politikalarının da iç politikalar gibi hükümdarların kişisel hırsları yerine egemen sınıfın çıkarları çerçevesinde şekillendiğini anlamamıştı.”
‘Savaşı kazandık ama ana muharebeyi kaybettik’
Savaşın önemli muharebelerinden biri Kars Kalesi kuşatmasıydı.
Kalenin savunulmasından İngiliz General William Fenwick Williams sorumluydu.
Lambert, şu yorumda bulunuyor:
“Gerçekten onurlu bir mücadele… Kale savunucuları tamamen yiyecekten mahrum kalıyor ve sonuçta teslim olmak zorunda kalıyorlar. Savaşın sonlarına yaklaşırken, teslim olmanın tadı acı bir tat barındırıyor. ‘Savaşı kazandık ama ana muharebeyi kaybettik’ diyorlar.”
Sonuç olarak, İngiltere ve Fransa, asıl hedeflerine ulaşarak, Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Rusya’yı yenerek savaşı galip tamamladılar.
Doç. Dr. Candan Badem, Rusya’nın kendi gemilerini batırarak Sivastopol Limanı’na girişini kapattığını, bu durumun ardından müttefiklerin karadan saldırı gerçekleştirdiğini belirtiyor:
“Karadeniz filosunu kaybeden ve dış ticaretin Baltık Denizi üzerinden durdurulmasıyla zor durumda kalan Rusya, savaşı sürdüremeyerek 1856’da Paris Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.”
Ancak savaş sonunda coğrafyada büyük bir değişiklik yaşanmadı ve Sivastopol dahil Kırım yeniden Rusya’nın hakimiyetine girdi.
Rusya, Eflak ve Boğdan’ın yanı sıra 1855’te kuşatarak ele geçirdiği Kars Kalesi’ni Osmanlı’ya iade etti.
Prof. Dr. Hakan Kırımlı, savaşın sonucunda İngiltere’nin daha stratejik hedefler beklediğini, Rusların Kırım’dan çıkarılmaları veya Kafkasya’da durdurulmalarını istediğini belirtiyor.
Marx ve Engels, Kars’taki gelişmeleri takip etti
Marksizm’in kurucuları Karl Marx ve Friedrich Engels, savaşın bir parçasıydı.
Kırım Savaşı ve Kars’taki gelişmeler üzerine New York Daily Tribune gazetesinde röportajlar ve analizler yayınlandı.
Doç. Dr. Badem, her ikisinin yazılarında “kesinlikle Osmanlı yanlısı” bir tutum sergilediklerini aktarıyor.
Badem, Rusya’yı “Avrupa’da gericiliğin jandarması” olarak nitelendirip Osmanlı’yı desteklediklerini de ekliyor.
Andrew Lambert, Marx’ın Almanya’daki prensliklerinin rakibi Rusya İmparatorluğu’nu devirmek suretiyle siyasi bir dönüşüm sağlamayı umduğunu, Engels’in ise Kırım Savaşı’ndan önemli askeri dersler çıkardığını ifade ediyor.
Lambert, Marx ve Engels’in, “Bu otokratik rejimler arasındaki çatışma üzerinden fikirlerini geliştirdiğini” söylüyor.
Lambert, Kırım Savaşı’nda kazanılan askeri deneyimlerin, kısa bir süre sonra patlak veren Amerikan İç Savaşı’nda (1861-1865) da kullanıldığını vurguluyor.
Bunlar arasında telgrafın kullanımı, savaşta demiryollarının önemi, muhabirlerin kamuoyuna etkisi ve kuşatma teknikleri yer alıyordu.
Florence Nightingale, modern hemşireliğin kurucusu olarak Kırım Savaşı sırasında hemşirelik reformları geliştirdi; bu reformlar, Amerikan İç Savaşı’nda sahra hastanelerinin ve tıbbi lojistiğin gelişmesine ilham kaynağı oldu.
Osmanlı’nın ilk dış borçlanması
Kırım Savaşı, Osmanlı modernleşmesi açısından da önemli sonuçlar doğurdu.
Doç. Dr. Candan Badem, “1856 yılındaki Islahat Fermanı, Osmanlı’da gayrimüslimlere siyasi ve hukuki eşitlik sağlayan önemli bir belgedir” diyor.
Bu fermanın Avrupalıların baskıları nedeniyle Paris Antlaşması öncesinde kamuoyuna açıklandığını aktarıyor.
Ayrıca tarihçiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kez bu savaş sırasında dış borç aldığını ifade ediyorlar.
Badem, “1854’te başlayan dış borçlanma süreci, 1876’da Türkiye’nin moratoryum ilan etmesine ve Düyun-u Umumiye’nin kurulmasıyla sonuçlanıyor” diyor ve bu borçların geri ödemesinin 1950 yılına kadar devam ettiğini hatırlatıyor.
Öte yandan, Kırım Savaşı sırasında Osmanlı’ya dışarıdan köle ticareti de Avrupa baskısıyla yasaklandı.
Rusya’da ise savaş sonrası reform süreci başladı; 1862’de serflik, yani toprak köleliği kaldırıldı.
Andrew Lambert, Rusya’nın Batı ülkelerine ve Osmanlı’ya kıyasla dış sermaye erişiminin sınırlı kaldığını, bu nedenle savaşta zorlansa da çok fazla borçlanmadığını belirtiyor.
Lambert, “Rus ekonomisi savaştan sonra bazı yönlerden diğer ülkelerden daha hızlı toparlandı çünkü ağır bir borç yükü taşımıyorlardı” diye ekledi.
Savaş sonrası Kırım nasıl bir değişim geçirdi?
Prof. Dr. Hakan Kırımlı, 1783’te Kırım’ın ilhakı öncesinde bölgedeki nüfusun büyük çoğunluğunun Müslüman Kırım Tatarları olduğunu vurguluyor.
Ancak Prof. Kırımlı, ilhakın ardından “Kırım’ı Ruslaştırma/ Hristiyanlaştırma” çabalarının hız kazandığını belirtiyor; bu süreçte endişelenen Kırım Tatarları, göçe zorlandılar.
Prof. Kırımlı, “Kırım Savaşı’nın gerçek mağdurları Kırım Tatarları olarak öne çıktı” diyor ve Osmanlı’ya yapılan büyük göç dalgasının Kırım Savaşı’nın sonuçlarından biri olduğunu belirtiyor.
Kırım Tatarları, savaş sırasında Osmanlı ve müttefik güçlerin askerlerine sempatik yaklaşmıştı. Fakat savaş sonrasında bölgeye yeniden hâkim olan Rusya, Kırım Tatarlarına yönelik baskılar uyguladı ve onları “düşmanla işbirliği” suçlamasıyla hedef aldı.
Kırım Savaşı’nın sona ermesinden sonra, uzun süredir devam eden Kırım Tatarı göçleri 1860–1861 yıllarında zirveye ulaştı. Prof. Kırımlı, 1859-62 arasında yüz binlerce Kırım Tatarı’nın Osmanlı topraklarına göç ettiğini söylüyor:
“O dönemde Kırım’da Kırım Tatarlarının niteliksel nüfus kaybı yaşandı. Yaklaşık 700 köy bu süreçte boşaldı.”
Serfliğin kaldırılmasıyla Rus yerleşiminin hızlandığını da ekliyor.
1944 yılında, Joseph Stalin döneminde Kırım Tatarları bir kez daha Kırım’dan sürgün edildi; günümüzde ise yarımadadaki nüfuslarının yaklaşık %15’ini oluşturduğu varsayılmaktadır.
Rusya’nın Karadeniz Filosunun Ana Karargahı Kırım’dadır
Kırım Savaşı sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, Reform yapması karşılığında İngiltere ve Fransa’nın desteği ile Avrupa diplomasisine dönerken, Rusya’nın Karadeniz’deki etkisi zayıflatılmıştı.
Ama Kırım Savaşı’nın günümüze kadar etkileyen en önemli sonucu, Kırım’ın jeopolitik öneminin kalıcı hale gelmesiydi.
Savaşın bitiminde, Kırım Rusya’ya döndü.
Önce Çarlık Rusyası, sonra Sovyetler Birliği bu bölgeyi uzun yıllar yönetti.
Sovyet lideri Nikita Kruşçev, 1954’te yarımadayı o dönemde Sovyetler’e bağlı olan Ukrayna’ya devretti.
Kırım, 1991 yılında Ukrayna’nın geri kalanıyla birlikte Sovietler Birliği’nden bağımsızlık talep etti.
Buna rağmen, Rusya 2014’te Kırım’ı yeniden ilhak etti.
Rusya lideri Vladimir Putin, ülkesinin Kırım ile “yaşayan bir bağ” içerisinde olduğunu belirtiyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi ise Rusya’nın Kırım’daki varlığını “işgal” olarak tanımlıyor.
Ukrayna, Kırım’ı vazgeçilmez bir parçası olarak görmekte ve Sivastopol, Rus donanmasının en kritik üslerinden biri olmayı sürdürmektedir.
Bu üs, NATO ile Batı için Karadeniz’deki en önemli Rus askeri noktasını teşkil etmektedir.
Karadeniz Filosu’nun ana karargahı hâlâ Sivastopol’de yer almaktadır.
Sonuç itibarıyla, Sivastopol sadece bir şehir olmaktan öte, Rusya’nın Karadeniz stratejisinin merkez üssü olmayı sürdürmektedir.
İlgili haberler
“`